
En acı veren anların en etkili, en keskin antidepresanıdır unutmak. Unutmak, öyle bir ilaç ki burnumuzun direğini sızlatan tarifsiz kederlerin etkisini bile hiç olmamışçasına yok eder. Mantık şirazesinin kaybolduğu anlarda aklımızı başımıza getiren, duygularımızın etkisini en aza indirgeyen ilaç. Nazım Hikmet ölüm acısının bile yirminci asırlarda en fazla bir yıl sürdüğünü söylememiş miydi? Ölüm acısının unutuluşu dahi bir yılı bulmuyorsa biz daha kim bilir neleri unutuyoruzdur? Hatta unuttuğumuzu bile unutarak… Her şeyde olduğu gibi bu ilaç kullanımında da biraz doz aşımı yapmadık mı sizce? Hem de ne doz aşımı! Unutma ilacını da ulu orta, amacından kopararak yerli yersiz kullanmıyor muyuz? Hem de ne pahasına? Tek bir ders çıkarmadan, tek bir kalıcı öğrenme sağlamadan; acılardan kesin ve en etkili yöntem olan unutmayı tercih ederek. Örnekler sıralamakla bitmez. Abartılı ifadeler olduğunu düşünebilirsiniz. O zaman buyurun, kendimizi test edelim…
Kırk iki maden işçisi, KPSS sınavı iptali, Taksim’de bombalı saldırı, yangın, Ankara’da sel, desem bunların kaçının nedenlerini, sonuçlarını detaylı hatırlarsınız? Peki, tarihini kestirebilen var mı? Her ikisine olumlu yanıt verenler unutmak adlı antideprasana maruz kalmamışlar demektir. Ben yine de size şunu tavsiye ederim: Herhangi bir arama moturuna girip “Türkiye 2022 önemli olaylar” yazdığınızda yukarıda sıraladığım olayların aslında ne kadar az olduğunu, daha neleri unuttuğumuzu göreceksiniz. Hem de üzerinden bir yıl bile geçmeden!
Bir savunma mekanizması, ayrıca doğal antideprasan olan “unutmak,” tüm acı tecrübelerimizi silmek üzere imdada yetişiyor. Hâl böyleyken çalışma hayatında bu kelimeye rastlamamak abes olurdu doğrusu. Bu kadar önemli olayları unutabiliyorsak iş hayatında aldığımız geribildirimlerden, olumsuz eleştirilerden çarçabuk kurtulmamız da normal değil mi? Bunun en önemli göstergesi olarak altı ayda bir ya da yılda bir performans görüşmesi adı altında bize birilerinin artılarımızı ya da eksilerimizi hatırlatmasını beklememiz gösterilebilir. Birçoğunu sanki ilk defa duyuyor gibi tepki veriyor, bazılarını ise kıyıdan köşeden biraz hatırlar gibi oluyor, geçen yüzyıl olduğuna yemin edebileceğimiz bu olayı yöneticimizin neden şimdi hatırlattığına içerliyoruz. Performans görüşmesinin en eksik taraflarından biri de burada karşımıza çıkıyor: Savunma mekanizmasının gereği çoktan unutulmuş konuları muhatabıyla tekrar yüzleştirmek! Zaten unutulmamış olsaydı muhatabı tarafından gereği yapılır, konuyu bir daha gün yüzüne çıkarmaya gerek olmazdı. Yöneticilerin en büyük yanılgısı olumsuz bir eleştiri yaptıklarında bunun hemencecik muhatabı tarafından dikkate alındığını düşünmeleri, bundan ders çıkarıldığı ve öğrenildiği yanılgısına kapılmalarıdır. Yönetici olumsuz bir geribildirim verdikten yaklaşık altı ay sonra kutuyu tekrar açmak istemiyorsa aynı konu hakkında zaman zaman yol üstünde güncellemeler ve gidişatı özetleyen konuşmalar yapmak zorunda. Bunu uygularsa ancak o vakit pozitif gelişme için bir nebze yol alınabilir.
Peki, burada lidere düşen nedir?
Yöneticinin görevi bu hatırlatmaları yapmakken liderin görevi ise bitip tükenmek bilmeyen bir azimle kurumun hedeflerini, amacını herhangi bir unutma antidepresanına maruz bırakmamak üzere tekrar tekrar hatırlatmaktır. Yönetici ile lider arasındaki temel farkların en önemlisi bu iş bölümüdür. Lider, kurumun bugününden olduğu kadar geleceğinden ve geçmişinde yapılanlardan da sorumludur. Geçmişteki hikâyelerin bugüne ve geleceğe taşınmasının en önemli adımlarından biri de kurumsal hafızayı olabildiğince canlı tutabilmektir. Lider, gelecek için bugün aldığı kararları geçmişin hatırasına ve ideallerine bağlı kalarak almak zorundadır. Bu zorlu ve meşakkatli görevinde lidere en büyük destek, daha önceki başarılı anların coşkusunu solumuş, kurumun temel ideallerini özümsemiş, kurumla sanki nikâh kıymışçasına derin bağları bulunan, aynı zamanda kurumun başarısını kendi başarısı ile aynı kefede değerlendiren sadık ve vefalı askerlerdir. Sadık askerler yüksek turnover oranları ile kısa süreli başarı -ki bu kısa süreli başarıdan kasıt genelde finansal başarı ile özdeşleşen gelip geçici başarıdır- peşinde koşturan kurumlar için çok mümkün olmazken köklü kurumlarda önceki liderlerden bırakılan şahane birer mirastır. Lider, kendisinden önceki liderlerin bu mirası bırakması halinde sadece askerlerinin sayısını arttırarak kendi bırakacağı mirası hazırlama çabasına girer. Kendisine bir miras kalmadıysa önce patronunu ya da yönetim kurulunu ikna etme gayretine başvurur. Bunu başarmış liderleri, takipçileri; değişimin öncüsü, kurumun bugününü borçlu olduğumuz lider, efsanevi lider, vizyoner, oyun değiştirici, vb. sıfatlarla anarlar.
Dolayısıyla hatırlatmak, daha doğrusu kurumun idealini, amaçlarını, varlık nedenini unutturmamak bir kurumun geleceğe taşınması için en mühim gerekliliktir. Bu lider içinse vazgeçilmez bir görevdir.
Çünkü bizler birey olarak bu ilacın dozunu çok kolay arttırabiliyoruz. Bu doz fazlalaştıkça kurumsal ve hatta toplumsal olarak da unutmak ilacına her dakika daha fazla meylediyoruz. Ders çıkarmadan, öğrenmeden… İşte lider bize unutmamamız gereken şeyleri hatırlatıyor.
bir tanem!
son mektubunda:
“başım sızlıyor,
yüreğim sersem!”
diyorsun.
“seni asarlarsa
seni kaybedersem…”
diyorsun;
“yaşayamam!”
yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
Nazım Hikmet Ran